8 Aralık 2010 Çarşamba

El-Basîr

Uzunca bir uçak seyahatindeydik kızım Zeynep’le... Umreye iki bebeğini de götürmek istemişti.
Bebekleri kucağında cam kenarına yerleştirdik Zeynep’i... Neyi göreceğini bilmediği halde cam kenarına oturmakta ısrar eden Zeynep bir ara bebeklerinden birinin yüzünü pencereye dayadı.
Dışarıyı seyretsin istiyordu. Bebeğine dışarıyı seyrettirdiği için seviniyor; ayrıca bebeğine dönüp memnun kalıp kalmadığını soruyordu. 
O anda olağanüstü bir görüntü ile karşılaştığımı fark edememiştim. Ama sonra, uzunca bir süre, bu görmeler ve göstermeler üzerinde düşündüm. İstiyordu ki bebeği de görsün. Onun görmesini görmekle Zeynep de seviniyordu. Zeynep’in bebeğinin görmesini görmekle sevinmesine babası da seviniyordu.
Zeynep, gerçekte görmeyen bebeğin görmek isteyeceğini düşünerek mutlu oluyordu. Babası görmesi olmayan bir bebeğin gördüğünü hayal ederek sevinen Zeynep’i görmekle daha çok seviniyordu.
Girmeyen bebeğine görüyormuş gibi davranmakla sevinen Zeynep’in görüntüsüyle sevinilebileceğinin görüntüsü, “iç içe görme” tefekkürü başlattı. Şöyle ki: Bir zamanlar Zeynep’in babası da görmüyordu. Görmesi gerektiğini bile göremeyecek kadar kördü. Gözünün iki tane (ikiden az olması görme eksikliği, ikiden çok olması görüntü çirkinliği olurdu!) olması gerektiğini bile göremeyecek kadar kördü. 
Zeynep’in babasının gözlerine ve görmesi gerektiğine kör olduğunu gören Yaradan’ı ona göz verdi, onu görür kıldı. Sonra, görmesinin ne kadar güzel olduğunu, görmeseydi ne kadar karanlıkta kalacağını görmesine de izin verdi. Sonra Senai’ye görmesiyle mutlu olacağı, elâ gözlü bir kız evladı verdi.
Kız da gördüğü için seviniyordu; gözünü kapatmaya hiç razı değildi. Oyuncak bebeklerinin de görmesi gerektiğini görecek kadar gözünü ve gönlünü açık tuttu o kız evladının. Oyuncak bebeğinin pencereden “bakması”na bakarak gözlerinin içi pırıl pırıl sevinç dolan Zeynep’i gören babasının gözüne de o sevincin daha büyüğünü gösterdi.
Bu küçücük manzaranın, her an yaşadığımız ama ıskaladığımız böylesi anların bana gösterdiği ama hâlâ tanımlamaktan uzak kaldığım, tasvir ederken kelimelere dolayarak duruluğunu ve netliğini bozmaktan korktuğum bir “görmeler sarmalı” olduğunu düşünüyorum hâlâ. 
Beni gören, gördüğümü gören, körlüğümü gören, kızımı bana gösteren, beni kızıma görünür eyleyen, kızımın görmekle duyduğu sevinci bana görünür kılan ve kızımı gerçekte görmeyen oyuncak bir bebeğin gözlerine görmeyi yakıştıracak kadar görmeye iştahlandıran ve onun “görmesiyle” gözleri parlayacak kadar derinden görünür eyleyen Basîr’e gözler ve görünenler aydınlığınca, ışık huzmeleri ve renkler sayısınca, umulmadık mutluluklar kıvamınca hamd olsun.   SENAİ DEMİRCİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Alakalı yorumlar faydalıdır.

Öne Çıkan Yayın

Esmaul husnadan anladiklarimiz

Esmaul husnadan anladiklarimiz ne kadardır bi soralim kendimize oysa rabbimizi tanimanin o nun fiil ve uzerimizdeki tasarrufunu bilmenin...