23 Ocak 2011 Pazar

Tasavvufun bütün gayesi,

Mü’min şahsiyetinin bir boyutunda zikrullah varsa, öbür boyutunda da mutlaka, gafletten korunma hassasiyeti vardır.
Aslında bu ikisi, birbirinin mütemmimidir.
Yani zikrullah gerçek mânâda zikrullah ise insanı, gaflete düşmekten korur, ya da insan gaflete düşüyorsa, zikrullah’ta problem yaşıyor demektir.
Tasavvufun bütün gayesi, “Allah Teâlâ ile birliktelik idrâki”ne ulaşmaksa, bunun diğer mânâsı, gaflete karşı kalbi tahkim etmektir.
Gaflet ile zikrullah bir arada olmaz.
Allah basir’dir. Her an, her şeyi görmektedir.
Allah semi’dir. Her an her şeyi işitmektedir.
Allah alim’dir. İlmi her şeyi kuşatıcıdır.
Allah, nerede olursak olalım bizimle beraberdir.
Allah Teala’nın, mutlak kudretine ilişkin daha pek çok sıfatını sayabiliriz.
İslam akidesinin, bu en temel iman bilgileri, beklenir ki, bizlerde, bütün bunların derin idrakinden kaynaklanan bir hassasiyet teşekkül ettirsin.
Rasulullah Efendimiz (s.a.) ‘in “Allah’ı görüyormuş gibi kulluk etme” şeklinde tavsif buyurduğu mü’min kişiliği bu demektir. Rasulullah Efendimiz “Sen O’nu görmesen de O seni görüyor” diye ayrı bir idrak temellendirmesi yapmaktadır.
Ki biz, iliklerimize kadar Rabbin bize yakınlığını hissedelim.
Ki biz, başıboş bırakılmışlık halinden kurtulalım.
Tasavvuf niye var oldu?
İnsanın, gaflete düşme zaafından kurtulabilmesi yolunda, bir kalb işçiliğine ihtiyaç bulunduğu için... Kalb kayıyor.
Kalb kaynıyor.
Dünya kalbi oyalıyor.
Rabbin onu gördüğünü bile bile Rabbin çizgilerini ihlâl eden adama ne denir?
Ne denir, önünden insanların kafile kafile göçüp gittiğini bildiği halde, dünyaya, kazık çakacakmışçasına sarılan adama?
“Gafil gezme şaşkın, bir gün ölürsün
Dünya kadar malın olsa ne fayda!” diye seslenilmiş asırlar boyu.
Babasını kabre koyuyor insan, sonra gidip ölmeyecekmiş gibi, ölüp de Rabbin huzuruna çıkmayacakmış gibi yaşıyor.
Akıl işi mi bu?
Allah dostlarına bakmalı bir.
Bir Mahmut Sami Ramazanoğlu -kuddise sirruh- hazretlerine bakmalı.
Musa Efendi -kuddise sirruh- hazretlerine bakmalı...
1400 sene evvelinden “Sırat köprüsünü geçinceye kadar mü’minin huzuru olmaz” diye seslenen Muaz bin Cebel (r.a.)’in derdi nedir?
Mahmut Sami Ramazanoğlu Üstadımızın bazı halleri anlatılır.
Kendisini her an Rabbin huzurunda hissetmenin sonucu olarak, her an “Edeb” hali içinde bulundukları bildirilir. Bunun çeşitli tezahürlerinden bahsedilir.
Onları duyduğumuzda, “Allah Allaaah, deriz, bu nasıl yaşanır böyle?” Şaşırırız.
Ama “İlla edeb, illa edeb!” diyen bir terbiye sistemini, hücrelerinize nüfuz ettirebilmişseniz, kalbinize bu vasıfta emek verebilmişseniz, bu mektepte, böyle bir şahsiyet inşası azmi cezmi ve kararlılığıyla yol almışsanız, olacak olan o müstesna edeb halidir.
Kendimize baktığımızda, evet, çok yaralı görüyoruz.
Gaflet, yakamızı bırakmıyor gibi görüyoruz.
Dilimize, gözümüze, kulağımıza, kalbimize hakimiyet noktasında sıkıntımız var.
Ama böyle olmaz ki...
Böyle, Huzur’a doğru yürünmez ki...
Orada böyle durulmaz ki...
Allah dostları niye var önümüzde?
Niye okuruz Sami Efendi Hazretlerinin, Musa efendi Hazretlerinin, bir cümle sadat-ı kiramın yolculuk menkıbelerini?
Eskilerin kıssaları diye mi?
Gelin, doğru okuyalım.
Gelin, onlarla aynileşme cehdimiz sadakat içinde olsun.
Gelin, bu dünya imtihanını doğru vermeye gayret edelim.                              Altınoluk

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Alakalı yorumlar faydalıdır.

Öne Çıkan Yayın

Esmaul husnadan anladiklarimiz

Esmaul husnadan anladiklarimiz ne kadardır bi soralim kendimize oysa rabbimizi tanimanin o nun fiil ve uzerimizdeki tasarrufunu bilmenin...