Bir varlığa duyulan muhabbet, o muhabbete vesîle olan veya ona
nisbeti bulunan her şeye sirâyet eder. Meselâ mü’minler için, binlerce
dağ arasında Uhud Dağı’nı farklı ve müstesnâ kılan, Rasûlullâh
-sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ona olan husûsî muhabbetidir. Yine
hicretten evvel sıradan bir şehir olan “Yesrib”i daha sonra “Medîne-i
Münevvere” hâline getirip bütün ümmete sevdiren husus da, onun, Gönüller
Sultânı Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın muhabbetiyle sırılsıklam
yıkanmış mübârek bir mekân oluşudur. Gerçekten “Medîne-i Münevvere”nin,
mü’minlerin gönlünde hiçbir şehirle kıyaslanmayacak derecede bir
muhabbete mazhar olması, onun zikredildiği her an Peygamber Efendimiz’i
hatırlatmasındandır.
İşte bunun gibi Allâh’ı sevmek de, O’nun en çok sevdiği Peygamber
Efendimiz’i sevmeyi ve O’na tâbî olmayı gerektirir. Nitekim Cenâb-ı Hak:
“(Rasûlüm!) De ki, siz gerçekten Allâh’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allâh da sizi sevsin…” (Âl-i İmrân, 31) buyurmuştur.
Yâni Allah Rasûlü’ne tâbî olma husûsunda gayret göstermek, kişiyi
Allah tarafından sevilen kullardan olma şerefine nâil eder. Allah ve
Rasûlü’ne muhabbet ve itaat netîcesinde mü’minde; Yaratan’dan ötürü
yaratılanlara şefkat, merhamet, kendi imkânlarını din kardeşleriyle
paylaşabilme, affedebilme, Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakabilme gibi
güzel hasletler, rûhânî bir zevk ve lezzet hâline gelir.
Nitekim ashâb-ı kirâm, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in
hakîkatine yaklaşabilmek için, O’nun rûhâniyeti etrâfında âdeta pervâne
olup O’nda fânî olmayı dünyânın en büyük nîmeti bilmiş ve bu sûretle
ilâhî lutuflara nâil olmuşlardır. Târih boyunca Peygamber Efendimiz’in
üsve-i hasenesinden, yâni örnek şahsiyetinden lâyıkıyla nasîb alan
mü’minler de, fıtratlarındaki ilâhî neşveleri olgunlaştırarak îman ve
ahlâk bakımından zirveleşmişler, insanlığa hidâyet meş’aleleri
olmuşlardır.
Hasta ve gâfil kalblerin en müessir dermânı, Rasûlullâh’a olan
muhabbet ve O yüksek karaktere hayranlık netîcesinde meydana gelen
“sünnete ittibâ”dır.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çok sevdiği ümmetiyle
cennette de berâber olmayı arzuladığından, Cenâb-ı Hakk’ın emrettiği her
husûsa ümmetinin de dikkatle riâyet etmesini isterdi. Rabbimiz, âyet-i
kerîmede, Rasûlü’nün ümmetine olan düşkünlüğünü şöyle beyan
buyurmaktadır:
“Şânım hakkı için size içinizden öyle bir peygamber geldi ki, gayet
izzetli ve şereflidir. Sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir, O size
çok düşkündür, üstünüze titrer, mü’minlere gayet merhametli ve
şefkatlidir.” (et-Tevbe, 128)
24 Ocak 2013 Perşembe
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Öne Çıkan Yayın
Esmaul husnadan anladiklarimiz
Esmaul husnadan anladiklarimiz ne kadardır bi soralim kendimize oysa rabbimizi tanimanin o nun fiil ve uzerimizdeki tasarrufunu bilmenin...

-
Kalbinin ışığı yüzüne vuruyor… Hiç konuşmadan oturuyoruz bahçedeki taş havuzun kenarında… Tahta çitlerle çevrili bahçede yüzlerce gül ve...
-
Rahman ve Rahim olan ’ın adıyla Hoş geldin sefa geldin ey sabah ve ey yeni gün! Merhaba ey mutlu vakit ve saat! Merhaba ey ’ın kati...
-
HÜSAMEDDİN UŞŞÂKÎ HAZRETLERİ İstanbul Halvetiyye şubelerinden Uşşâkiyye tarikatının piridir. Büyük veliler safında ileri gelenlerden, kut...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Alakalı yorumlar faydalıdır.