24 Ocak 2013 Perşembe

alemlerin efendisi

Bir varlığa duyulan muhabbet, o muhabbete vesîle olan veya ona nisbeti bulunan her şeye sirâyet eder. Meselâ mü’minler için, binlerce dağ arasında Uhud Dağı’nı farklı ve müstesnâ kılan, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in ona olan husûsî muhabbetidir. Yine hicretten evvel sıradan bir şehir olan “Yesrib”i daha sonra “Medîne-i Münevvere” hâline getirip bütün ümmete sevdiren husus da, onun, Gönüller Sultânı Efendimiz -aleyhissalâtü vesselâm-’ın muhabbetiyle sırılsıklam yıkanmış mübârek bir mekân oluşudur. Gerçekten “Medîne-i Münevvere”nin, mü’minlerin gönlünde hiçbir şehirle kıyaslanmayacak derecede bir muhabbete mazhar olması, onun zikredildiği her an Peygamber Efendimiz’i hatırlatmasındandır. İşte bunun gibi Allâh’ı sevmek de, O’nun en çok sevdiği Peygamber Efendimiz’i sevmeyi ve O’na tâbî olmayı gerektirir. Nitekim Cenâb-ı Hak:
“(Rasûlüm!) De ki, siz gerçekten Allâh’ı seviyorsanız hemen bana uyun ki, Allâh da sizi sevsin…” (Âl-i İmrân, 31) buyurmuştur.
Yâni Allah Rasûlü’ne tâbî olma husûsunda gayret göstermek, kişiyi Allah tarafından sevilen kullardan olma şerefine nâil eder. Allah ve Rasûlü’ne muhabbet ve itaat netîcesinde mü’minde; Yaratan’dan ötürü yaratılanlara şefkat, merhamet, kendi imkânlarını din kardeşleriyle paylaşabilme, affedebilme, Hâlık’ın nazarıyla mahlûkâta bakabilme gibi güzel hasletler, rûhânî bir zevk ve lezzet hâline gelir.
Nitekim ashâb-ı kirâm, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in hakîkatine yaklaşabilmek için, O’nun rûhâniyeti etrâfında âdeta pervâne olup O’nda fânî olmayı dünyânın en büyük nîmeti bilmiş ve bu sûretle ilâhî lutuflara nâil olmuşlardır. Târih boyunca Peygamber Efendimiz’in üsve-i hasenesinden, yâni örnek şahsiyetinden lâyıkıyla nasîb alan mü’minler de, fıtratlarındaki ilâhî neşveleri olgunlaştırarak îman ve ahlâk bakımından zirveleşmişler, insanlığa hidâyet meş’aleleri olmuşlardır.
Hasta ve gâfil kalblerin en müessir dermânı, Rasûlullâh’a olan muhabbet ve O yüksek karaktere hayranlık netîcesinde meydana gelen “sünnete ittibâ”dır.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, çok sevdiği ümmetiyle cennette de berâber olmayı arzuladığından, Cenâb-ı Hakk’ın emrettiği her husûsa ümmetinin de dikkatle riâyet etmesini isterdi. Rabbimiz, âyet-i kerîmede, Rasûlü’nün ümmetine olan düşkünlüğünü şöyle beyan buyurmaktadır:
“Şânım hakkı için size içinizden öyle bir peygamber geldi ki, gayet izzetli ve şereflidir. Sıkıntıya düşmeniz O’na çok ağır gelir, O size çok düşkündür, üstünüze titrer, mü’minlere gayet merhametli ve şefkatlidir.” (et-Tevbe, 128)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Alakalı yorumlar faydalıdır.

Öne Çıkan Yayın

Esmaul husnadan anladiklarimiz

Esmaul husnadan anladiklarimiz ne kadardır bi soralim kendimize oysa rabbimizi tanimanin o nun fiil ve uzerimizdeki tasarrufunu bilmenin...