10 Kasım 2022 Perşembe

Tevhid ve şirk.

 




     Dini yaşamak kolaydır; Allah kolaylaştırır. Gerçek sıkıntı ve eziyet, “…Kim Allah'a ortak koşarsa, sanki o gökten düşmüş de onu bir kuş         kapıvermiş veya rüzgâr onu ıssız bir yere sürükleyip atmış gibidir.” (Hac Suresi, 31) ayetiyle bildirildiği üzere, şirktedir. 


   Dini yaşamakla insan maddi ve manevi terakki kazanır,maneviyatı gelişirken madi hayatında gelişmeler başlar . 

  Kendisine faydası olmayan sahte şeylerin degersizligini anlayan insan tek kurtuluşun yüce ALLAH'ın kapısında oldugunu bilir

  bu güven ona rahat bir dünyevi hayat saglar. Şirkin çirkin bataklıgından kurtulan kişi imanın güvenli,huzurlu,dingin rahatlığına erer ruhu RAB'BİN dilemesiyle nura kavuşur .


Ancak insanın apaçık düşmanı şeytan var, insana imanı yaşamayı zor ve sıkıntılı gösteren... Merhametlilerin merhametlisi Allah samimi kullarına imanı sevdirir ve onları karanlıklardan Kendi dosdoğru, aydınlık yoluna iletir. Dolayısıyla sinsi karakterli şeytanın, Allah’a kullukta samimi çaba içinde olan müminleri verdiği telkinlerle kandırması, yaşadıkları aydınlıktan kendi bataklığına çekmesi zordur.


  Oysa onlar, dini yalnızca O'na halis kılan hanifler (Allah'ı birleyenler) olarak sadece Allah'a kulluk etmek, namazı dosdoğru kılmak ve zekâtı       vermekten başkasıyla emrolunmadılar. İşte en doğru (dimdik ve sapasağlam) din budur. (Beyyine Suresi, 5)

  

    Şirk, yalnız birtakım eşya ya da putlara tapmakla sınırlı değil.


   Şirk yanlız tevhidi inkar etmekle olmaz  TEVHİDİ inkar eden müşrik olur .Tevhid Allahu tealayı birlemektir şirk bunun tam zıddıdır.

   şirk Allahu tealının hakkını gözetmemek, onun yerine başka şeyleri koymak, yardımı, nusretı, rızkı başkasından beklemek,


 Allah'tan başka varlıklardan yardım beklemek, onların hoşnutluğunu aramak ve Allah dışında başka bir varlığın rızasını Allah rızasına tercih etmek, kimi ‘şey’leri Allah’tan önde tutmak bunların tümü, Allah'a şirk koşma anlamındadır. İnsanın kendisini bu durumdan uzak/müstağni görmesi büyük hata olur. Hırsla dünyevi hedeflerine koşarcasına gidip kullugun vazifelerini yapmamamk insanın hem bu dünya, hem ahiret saaadetine engeldir .Çünkü HIRS sebebi Hasarettir kişinin hüsranına sebep olduğunu çok kere görmüşüzdür .Gerçek huzur,ve mutluluk 

YÜCE RABB'İN huzurunda huzur bulmaktır..

   

İnsanların dünyada özlemini duydukları huzur, mutluluk ve nimetler içinde yaşayabilmelerinin tek yolu, yalnızca Allah'a kulluk etme bilincini/sorumluluğunu taşımalarıdır. Bu gerçek unutulduğunda ise ahlâki çöküntü, insan ilişkilerindeki yozlaşma, çıkar ve beklentilere dayalı ilişkiler, güçlünün zayıfı ezmesi, acımasızlık, zalimlik, sahtekârlık ve düşmanlığa hayat sahası açılır. Allah'ın buyruklarının terk edilip, insanların kendi hevalarına uymaları, insanlığı ciddi dejenerasyona sürükler.

  çagımız tamda bu dejenerasyonun pençesinde kıvranırken bu gerçekler hayatımıza yön vermelidir..


SELAM VE hürmetlerimle ALLAH'u tealaya emenetsiniz ......





29 Ekim 2022 Cumartesi

               KİŞİ SEVDİĞİ İLE BERABERDİR HADİSİ ŞERİFİ..



''Kişi sevdigi ile beraberdir  öyle ise kimi sevdiginize dikkat edin'' ..Hadisi şerifi güzel bir tenbihtir aslında ,bu dünyada kimi sevdiğimizi ,ahiret yurdunda kiminle bereber olacağımızı bize bildiren RESULULLAH a.s.v   dır.Sözünde yalan,hata,yanılma olmayan yüce nebidir bu hadisi şerifin sahibi.


"Kişi sevdiği ile beraberdir." (Buhârî, Edeb, 96; Müslîm, Birr, 165)


Hadis-i şerifte ifade edilen sevgi, Allah için sevmek anlamındadır. Peygamberlerle, velilerle cennette beraber olabilmek içinş insanları teşvik amaçlıdır. Bir kimse cehenneme gitse de mümin ise tekrar çıkacak ve cennette sevdikleri ile birlikte olacaktır. İmansız kimseye beslenen sevgi ise, batıl bir sevgi olduğundan hadisin kapsamına girmez.


Hadis, müminleri hem Allah rızası doğrultusunda yaşamaya hem de Allah rızası dairesinde yaşayanları sevmeye davet etmektedir.


Kişi, burada da orada da hep sevdikleriyle beraberdir. Öyle ise, nebilerle, sıddîklerle, şehidlerle beraber olmak isteyen, evvela onları sevmelidir ki, orada onlarla beraber olabilsin. Veya başka bir ifadeyle, ahirette nebilerle, sıddîklerle, şehidlerle beraber olacak olanlar, burada iken onları sevip maiyetlerinde bulunanlardır. Kötülükleri temsil edenler için de yine aynı hadîsin hükmü ve mânâsı geçerlidir.


İşte tek cümlelik bir hadîs, böyle binlerce mânâ ve ifadeyi hem de bu derece veciz bir şekilde ifade etmektedir ki; böyle bir söz söylemek ancak vahye, ilhama açık bir Fetanetin (asm) kârı olabilir.


Nuayman, bazen içki içiyor ve Allah Resûlü de ona hadd-i şer'îyi tatbik ediyordu. Yaptığı bu şey bir günahtı. Dolayısıyla da sahabeden biri, ona kınayıcı bir söz sarfedince, Allah Resûlü, kaşlarını çattı ve:


"Kardeşinize karşı şeytana yardımcı olmayın. Allah'a yemin ederim o, Allah ve Resûlü'nü sever." (Buhârî, Hudûd, 4, 5) buyurdu.


Allah ve Resûlü (asm)'nü sevme, onlarla beraber olmayı netice vereceğinden, böyle bir insan, her ne kadar günah da işlese, kötü söze muhatap olmaya müstehak değildir; çünkü o Allah ve Resûlü'nü sevmektedir... Bu sevgi ise farzlarını yapan, büyük günahlardan kaçınan birisi için Resûlullah (asm) ile beraber bulunmaya yeter. Zira kişi sevdiğiyle beraberdir...


Kişi sevdiği ile haşrolunacaktır kişi kimi severse kıyamette onunla beraber olacaktır.

Bedevî bir Arap:


– “Yâ Rasûlallah! Kıyamet ne zaman kopacak?” diye sormuştu. Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem- bedeviye:


– “Âhiret için ne hazırladın?” diye sormuştu. Enes -radıyallahu anh- rivayetinde bedevî:


– “Ya Rasûlallah! Benim Allah’a ve onun Peygamberine muhabbetten başka âhiret için bir hazırlığım yoktur.” diye cevâp vermesi üzerine; Rasûl-i Ekrem -sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem- bedevîye:


– “Sen sevdiğin kimse ile berabersin!” buyurmuştur. Enes -radıyallahu anh- der ki:


Biz de “Yâ Rasûlallah! Âhirette sevdiğimiz ile beraber miyiz?” diye sorduk. Rasûl-i Ekrem -sallallahu aleyhi ve sellem-:


– “Evet berabersiniz!” diye tasdîk buyurdu.


Bu cevap bizede kimleri sevdiğimizi ,kimlerle haşrolacağımızı düşünme kapısnı açıyor değilmi kardeşler..sevdigimiz önce yüce ALLAH'U TEALA SONRA ONUN SEVGİLİ HABİBİ EDİBİ MHAMMED MUSTAFA (S.A.V)  olmalıkı ahirette kurtuluşumuz olsun .....Sevgi ve muhabbette rabbimize emanetsiniz...


18 Ekim 2022 Salı

HÜSAMEDDİN UŞŞÂKÎ HAZRETLERİ

 

HÜSAMEDDİN UŞŞÂKÎ HAZRETLERİ

İstanbul


Halvetiyye şubelerinden Uşşâkiyye tarikatının piridir. Büyük veliler sa­fında ileri gelenlerden, kutupluk mertebesine kadar yükselmiş, kemalin en son makamına erişmiştir. Kemalât ve irfan sahibidir. Adı Hasan, lakabı Hûsameddin'dir. Hicri 880 (m.1475) yılında Buhara'da dünyaya gelmiştir. Buhara'da Hacı Tebrek adında bir zatın oğludur. Ba­basının nezaret ve himayesinde öğrenimini tamamlayarak ilim ve irfan sahibi bir delikanlı olmuştur. Babasının vefatı kendisini çok üzmüş, aşırı bir üzüntüye düşmüştür. Böylece acılı bir haldeyken daldığı mana âleminde kendisine: "Beyhude yere ticaretin zahmetini çekmek, ehl-i hakikat için ziyandır. İsteğin ahiretten zevk almak, amacın "Ticâreten len tebûr" (sonu gelmeyen, tü­kenmeyen ticaret demektir) ise, kesret çarşısından yüz çevirip, Anadolu'nun güzel şehirlerinden Uşak'ta oturan Şeyh Ahmed Semerkandî Hazretleri'ne va­rıp mürid ol ve uzlet köşesine çekil" denilmiştir. Daldığı âlemden uyanınca kendisinde bir an önce mürşidine kavuşma arzusu belirmiş, pederinden miras kalan mal, servet ve kurulu ticaret düzenini kardeşi Mehmed Çelebi'ye bıraka­rak, kendini dünyaya bağlayan bütün bağlardan kurtulmuştur. Kendisini, içini yakan aşk ateşinin kılavuzluğuna bırakıp, yaya olarak yola çıkmış ve aylarca zahmetli yolculuklardan sonra Uşak şehrine gelmiştir. Kendini Şeyh Ahmed Semerkandî Hazretleri'ne iradesini teslim etmiştir. Kısa zamanda kemale ve velayete kavuşarak veliler safına geçmiştir. Şeyh Ahmed Semerkandî Hazretleri'nin ahirete göçmesinden sonra, onun irşad makamına oturarak kısa zamanda şöhreti etrafta güneş gibi parlamaya ve daha uzaklara yayılmaya başlamıştır. O sıralarda Manisa'da vali olan III. Sultan Murad kendisine bir mektup göndererek saltanata nail olabilmesi için teveccühlerini istirham etmiştir. Haz­ret daha mektubu açmadan, onu getiren zata hitap ederek: "Şehzade falan günde saltanat tahtına oturacaktır. Şimdiden İstanbul'a gitmeye hazırlansın" cevabını verdi. Sultan III. Murad bu haberi alır almaz ha­zırlığa başladı. Şeyh hazretlerinin dediği günde saltanat tahtına oturdu. Bu olay üzerine III. Murad'ın Şeyh hazretlerine karşı büyük sevgi ve güveni bir kat da­ha arttı. Kendisini İstanbul'a davet etti. Aksaray civarında oturması için kendisine bir ev tahsis ettirdi. Şeyh Hüsameddin Efendi'nin padişaha olan yakınlığından yararlanmaya çalışan mansıp ve mevki düşkünleri ona rahat vermiyor, durmadan eşiğini aşındırarak rahatsız ediyorlardı. Bu durumdan sıkılan Şeyh Hazretleri, tekrar Uşak'a dönme­si için padişahtan izin istediğinde bu isteği kabul edilmedi. Padişahın emriyle Şeyh Hazretleri’ne kendi adına bir tekke ve dergâh inşa ettirdi. Kasımpaşa'da, Uşşâkî adıyla anılan bu dergâhta uzun zaman inziva ha­yatı yaşayan Şeyh Hüsameddin Uşşâkî Hazretleri, burada da kendini mevki düşkünlerinin elinden kurtaramadı. Padişaha, Hicaz'a gideceğini bildirerek yola çıktı. Evvela Beytullah'ı ta­vaf etti. Sonra Medine'ye dönerek Rasulüllah Efendimiz'in Ravza'sını ziyaret edip geriye döndü. Konya'ya geldiğinde rahatsızlandı. Hicri 1003 (m.1594) yı­lında, 120 yaşlarında bulunduğu halde Allah'ın rahmetine kavuştu. Beldenin valisi tarafından namazı kılındıktan sonra, müridlerince cenazesi İstanbul'a ge­tirilmek üzere teslim alınmış, fakat vali: "Cenaze bu uzun yolda bozulur, bunun için iç organlarını çıkarıp temiz­leyelim, ondan sonra götürürsünüz" demişse de müridleri bu teklifi kabul etmemişlerdir. İstanbul'a gelindiği vakit, Şeyh Hazretleri'nin naaşında hiçbir de­ğişiklik olmamış, yeni ruhunu teslim etmiş gibi Kasımpaşa'daki dergâhlarına defnedilmiştir. Hüsameddin Uşşâkî Hazretleri İstanbul'a geldiği vakit, Ümmi Sinan Hazretleri'nden de tarikat hırkası giyerek kendisinden Halvetilik feyzi almıştır. Şeyh Ahmed Semerkandî Hazretleri'nin Kübreviyye ve Nuri Bahşiyye tarikat­ları ile Halvetiliği mezcederek Uşşâkîlik tarikatını kurmuştur. Şeyh Müştak Kadiri Hazretleri’nin, onun büyüklüğünü aksettiren şu beyti ne kadar yerindedir:

Eğer bir anda vâsıl kûy-i yâre cümle müştakı,

Negâh-ı himmet eylerse Hüsâmeddîn-i Uşşâkî.

Niyazî-i Mısrî Hazretleri'nin de Hüsammedîn-i Uşşâkî Hazretleri'nin ya­nında bir müddet halvet ettiği ve "Mısrî Kuyusu" denilen kuyuyu kazdırdığı söylenir. Sivas Mebusu Edip Efendi de Hazreti Pir'in ruhaniyyetinden:

Hüsam-ı himmetinle ejder-i nefs-i zebûn eyle,

Meded ey Pir-i canperver Hüsâmeddîn-i Uşşâki,

beytiyle kendisinden yardım dileğinde bulunmuştur. Kendisinden sonra tarikatı beş kola ayrılmış, her biri ayrı isim almıştır.

Ruhu şad, makamı cennet olsun.

22 Eylül 2022 Perşembe

Niçin tarikat


 İlk insan olan Hz. Âdem (a.s.)’den beri insanlar yaratıcısı olan Allah’a (c.c.) ibâdet etmektedir.  Hz. Âişe (r.a) şöyle demiştir:  “Cenâb-ı Hakk, Âdem’in tövbesini kabul etmeyi dilediği zaman, Hz. Âdem, yedi defa Kâbe’yi tavaf etti. Kâbe o zaman kırmızı bir tepecik idi. İki rekât namaz kıldığında Kâbe’ye yöneldi.” (Muhammed Ali Sâbûnî, Peygamberler Târihî)

İbâdet kelime anlamı olarak Allah’a (c.c.) olan kulluk görevlerini yerine getirmek demektir.  Kur’ân-ı Kerim’de birçok âyette bize bildirildiği gibi, Allah’ın (c.c.) rızâsını kazanmak ve ona, verdiği tüm ni’metler için şükretmemizin göstergesi olarak ibâdet etmeliyiz. Bilindiği üzere dinin temeli ve Müslümanların mîracı olan namaz en kutsal ibâdettir.  Yine bilindiği üzere namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, hacca gitmek, Kur’ân-ı Kerim okumak, kurban kesmek, dua etmek, zikir etmek, itikâf en yaygın ibâdet örnekleridir. Bu ibâdetlerin hepsinin asıl amacı Allah’a (c.c.) yakın olmak ve onun rızâsını kazanmak içindir. Bizler bu ibâdetlerin hepsini Fahri Âlem, Habîbi Hüda, Şefii Rûzi Ceza, Melce-i Fukara, Efendimiz Muhammed Mustafa (s.a.v)’den öğrendiğimiz şekilde yerine getirmekteyiz. İbâdet etmek ayrıca insanları mânevî olarak huzurlu olmasına, dolayısı ile rûhen daha sağlıklı fertler yetişmesine vesîle olmaktadır.

İbâdet yapılan yerlere ibadethâne dendiği mâlumdur. Fakat insanların cem olup ibâdet etmeleri aslında bir olmaları demektir. Bu da Tevhiddir. Tevhid bir olmak demektir. Tevhidhâne ise kelime anlamı olarak bir olunan yer demektir. Tevhidhâne; tekkelerde âyin icra edilen ve namaz kılınan mekânlara verilen isimdir. İnsanların belli günlerde zikir halakaları oluşturduğu, vakit namazları kıldığı ve her türlü ibâdetleri yaparak Allah’a (c.c.) yakın oldukları mekânlardır.

Îmanın âlâsı olan Kelime-i Tevhid; Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah’dır. Bunu dil ile söylemek ve kalb ile ikrar etmek, aslında bunu aynı şekilde tasdik eden Mü’min kardeşler ile bir olmak demektir.

Bilindiği üzere zikir halakalarında, Kelime-i Tevhid ile başlanır ve tevhid aynı tondan aynı şekilde söylenerek hem bir olunur, hem de Allah’ın (c.c.) birliği zikredilir. Allah (c.c.) bizleri kendisine samimiyet ile ibâdet eden kullarından olmayı nasip eylesin. Habîbi Muhammed Mustafa’nın şefâatlerine nâil eylesin ve bizi ondan ayırmasın.  Muhabbetten Muhammed (s.a.v) oldu hâsıl, Muhammed’siz (s.a.v) muhabbetten ne hâsıl? Rabbimiz Fahri Âlem Efendimiz (s.a.v) ile muhabbetlendirsin.

[UŞŞAKİ VAKFI]

26 Nisan 2022 Salı

AMEL DEFTERİMİZİN VERİLİŞİ

 


 “İşte o vakit, kitabı kendisine sağından verilen kimse der ki: ‘Gelin, kitabımı okuyun! Çünkü ben, hesabımla karşılaşacağımı zaten biliyordum.’ Artık o, hoşnut bir hayat içindedir. Yüksek bir cennettedir. Onun meyveleri sarkar (kolaylıkla devşirilebilir).(Onlara şöyle denir:) ‘Geçmiş günlerde yaptıklarınıza karşılık, afiyetle yiyin, için.’ Kitabı kendisine sol tarafından verilen ise şöyle der: ‘Keşke kitabım bana verilmeseydi. Hesabımın ne olduğunu da bilmeseydim. Keşke ölüm her şeyi bitirseydi. Malım bana hiçbir yarar sağlamadı. Saltanatım da yok olup gitti.’ (Allah, şöyle der:) Onu yakalayıp bağlayın. Sonra onu cehenneme atın. Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu. Çünkü o, azamet sahibi Allah’a iman etmiyordu. Yoksulu doyurmağa teşvik etmiyordu.” (Hakka, 69/19-34) Okuduğumuz ayet-i kerimelerde Allah Teâlâ amel defterlerinin sahiplerine verilişini ve onların da buna göre mutlu olacağını veya üzüntüye kapılacağını bildirmektedir. Amel defteri, insanların dünyada kabul ettikleri inançlarla, yaptıkları işlerin kaydedildiği ve âhirette kendilerine takdim edileceği bildirilen deftere veya kitaba verilen addır. Kur’an’da, insanın dünyada yaptıklarının, kıyamet günü açılmış bir kitapta kendisine gösterileceği ve her fertten kendi kitabını okumasının isteneceği hem bu surede hem de di- * Tahir TURAL 119 ğer bazı surelerde (Mesela İsrâ, 17/13-14) açıklanmaktadır. Bu nedenle “herkese kıyamette amel defterinin verileceğine” inanmak farzdır. Amel defteri; Kirâmen katibîn, hafaza, rakîb ve atîd isimleriyle anılan meleklerin yazdığı (Enbiya, 21/94; Kâf 50/18; Zuhruf, 43/80) insanın hak-batıl, doğru-yalan, iyi-kötü, bütün inanç, düşünce, söz ve eylemlerini içerecektir (Kehf, 18/49). Amel defterleri cennetliklere sağdan, cehennemliklere soldan veya arkadan verilecektir. Defterleri sağdan verilenler, Kur’an’da “ashâbu’l-yemîn”; soldan veya arkadan verilenler “ashâbu’ş-şimal” olarak zikredilir (Hakka, 69/19,25; İnşikâk, 84/7,10). Defterin sağdan verilmesi bir müjde, soldan veya arkadan verilmesi ise bir korku ve azap işaretidir. Kur’an’da sadece fertlerin değil, millet ve toplumların da “kitap” diye anılan amel defterlerinin bulunduğu ve hesap gününde her milletin kendi kitabını okumaya çağırılacağı belirtilir (Câsiye, 45/28-29). Mahşerde kişinin amel defterinin sağ tarafından verilmesi onun dünya hayatında Allah’ın emrine uygun, dürüst ve erdemli bir hayat yaşadığını, dolayısıyla sicilinin temiz olduğunu gösterir. Bu durumda olan kimse Allah’ın lütfuyla kurtuluşa erenlerden olduğunu anlar ve “Alın, kitabımı okuyun” diyerek mutluluğunu başkalarıyla paylaşmak ister. 20. ayette amel defteri sağından verilen kimsenin dünyada iken âhirete iman ettiğini ve ona göre hazırlık yaptığını söylemesi bizim için dikkate değerdir. Kişinin amel defterinin sol tarafından verilmesi onun dünya hayatında Allah’ın emrine uygun hareket etmediğini, dürüst ve erdemli bir hayat yaşamadığını, dolayısıyla sicilinin bozuk olduğunu gösterir. Bu durumdaki biri dünyada yaptıklarını amel defterinde görünce kendisinin cezalandırılacağını anlar, bu nedenle amel defterinin kendisine verilmesini ve içinde yazılmış olanları görmek istemez, ölürken her şeyin bitmiş olmasını temenni eder. Böyle bir temenni orada bir işe yaramayacağı gibi, dünyada helal haram demeden biriktirmiş olduğu malı da kendisine verilecek cezayı önlemeyecektir. Artık mal, mülk, saltanat, makam, güç vb. dünyaya ait ne varsa hepsi yok olup gitmiş, sadece insanın olumlu veya olumsuz inanç ve amelleri kalmıştır. Amel defteri solundan verilen kimsenin hesabı görüldükten sonra Allah Tealâ görevli meleklere o günahkârın ellerini boynuna bağlayıp cehenneme götürmelerini, sonra da zincire vurmalarını emreder. Âhiret hayatı gayb âleminden olduğu için Allah orası ile ilgili bilgileri bizlere temsilî olarak anlatmaktadır. Ayrıca âyetlerde cehenneme götürülecek olan günahkârın zincire vurulmasının sebebi açıklanmaktadır ki o da Allah’a inanmaması ve yoksula yedirmeyi teşvik etmemesi, yani bencil duygularını aşarak başkalarının sıkıntılarını paylaşma olgunluğunu sergileyememesidir. Yoksulu gözetme konusundaki duyarsızlığın, kişinin zincirlere vurulmasının ana sebeplerinden biri olarak Allah’a inançsızlığın hemen ardından zikredilmesi, İslam’ın paylaşmaya, sosyal adalete ve barışa verdiği önemi gösterir. KAYNAK DİYANET YAYINLARI



24 Mart 2022 Perşembe

MÜSLÜMAN, DİNÎ VE AHLAKİ DEĞERLERİYLE YAŞAR

 


Muhterem Müslümanlar!

Okuduğum ayet-i kerimede Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor: “Siz, insanlar için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyar ve Allah’a iman edersiniz…”  

Aziz Müminler!

“En hayırlı ümmet” övgüsüne mazhar olan her bir mümin, zihnine ve gönlüne yalnızca İslam’ın yüce değerlerini nakşeder.  Kaynağı vahiy olmayan her çeşit düşünce, uygulama ve alışkanlıklar karşısında dikkatli davranır. İmanına zarar verebilecek tehlikelerden uzak durur. Söz ve davranışlarına İslam ahlakını yansıtır. Dünyevî heves ve arzuların peşinden koşmaz. Alın terinin kıymetini, helal kazancın bereketini unutmaz. Aldığının ve sattığının hesabını vereceğini aklından çıkarmaz. Az da olsa yalnızca helalle yetinir. Aklı uyuşturan alkolle, ocaklar söndüren kumarla ömrünü zayi etmez.

Kıymetli Müslümanlar!

Kimliğini muhafaza eden bir Müslüman, popüler kültürün girdabında kaybolmaz. Başka dünyalara ait yaşam tarzlarını bilinçsizce taklit etmez. Dinimizde ve sahih geleneğimizde yeri olmayan sembolleri, eğlence biçimlerini, tutum ve davranışları benimsemez. Bunun, Müslüman kimliğini zedelediğini, toplumu ve gelecek nesilleri dinine, tarihine ve değerlerine yabancılaştırdığını bilir. Tarih sahnesinden silinen nice milletin önce inanç ve değerlerini, sonra da kültür, edebiyat ve sanatını kaybettiğini unutmaz.

Değerli Müminler!

Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) bir hadisinde bizleri şöyle uyarmaktadır: “Kim bir topluluğa benzemeye çalışırsa, o da onlardandır.”  Yani bir kimse, kendi değerlerini yaşamak ve yaşatmak yerine başkasına özenir, onun inanç ve adetlerini benimserse, sonunda onlar gibi düşünmeye ve onlar gibi yaşamaya başlar. Zira maddi ve fiziki benzeşmenin manevi sonuçlar doğurması kaçınılmazdır.

O halde, Rabbimize, insanlığa ve gelecek nesillerimize karşı sorumluluğumuzun bilincinde olalım. Kur’an’a ve sünnete sımsıkı sarılalım. Hayatımızın her alanında İslam ahlakını ve terbiyesini kuşanalım. Yaratılış gayemizden uzaklaştıran, kültür ve medeniyetimizi yozlaştıran her türlü söz, anlayış ve davranıştan uzak duralım. Unutmayalım ki toplumlar, dinî ve ahlaki değerleriyle ayakta durur ve bu değerlerden beslenen şuurla yaşarlar.

KAYNAK: DİYANET HABER

23 Şubat 2022 Çarşamba

SUİ-ZAN HÜSN-Ü-ZAN



SUİ-ZAN   HÜSN-Ü-ZAN


Hüsn-ü zan: Kesin hüküm bulunmayan bir şeyi iyiye yorumlamak.

“Su-i zan: Kesin hüküm bulunmayan bir şeyi kötüye yorumlamak.”
   "Ey iman edenler. Zandan çok sakının. Çünkü zannın bazısı ağır günahtır." Hücurât Sûresi, 12   

Zan, "sanmak, tahmin etmek" mânasına geliyor. Hüsn-ü zan, iyiye de kötüye de yorumlanabilecek bir işe, güzel yönünden bakmak demektir. Bunun zıddı su-i zan olup "her şeye menfi yönden bakmak, kötüye yorumlamaktır."

“Hüsn-ü zan: Kesin hüküm bulunmayan bir şeyi iyiye yorumlamak.

“Su-i zan: Kesin hüküm bulunmayan bir şeyi kötüye yorumlamak.”

ZANNIN İKİ KANADI

"Ey iman edenler. Zandan çok sakının. Çünkü zannın bazısı ağır günahtır." Hücurât Sûresi, 12

Zan, "sanmak, tahmin etmek" mânasına geliyor. Hüsn-ü zan, iyiye de kötüye de yorumlanabilecek bir işe, güzel yönünden bakmak demektir. Bunun zıddı su-i zan olup "her şeye menfi yönden bakmak, kötüye yorumlamaktır."

Bir hadisede kesinlik varsa orada zanna yer olmadığı açıktır. Meselâ, bir insan alenen küfrü savunuyorsa burada zan söz konusu olamaz ve o adamın küfrüne hükmedilir. Ama, bir mü’minin ağzından küfür sözleri çıktığında, ona hemen kâfir damgası vurmak yerine, hüsn-ü zan yolunu tutmak ve o sözü küfründen değil, cehaletinden söylediğini düşünmek tedbir ve temkine en uygun olanıdır.

İnsanı su-i zanna sevk eden en önemli sebep, kendi mizacının bozukluğu yahut kendi hayat düzeninin çarpıklığıdır. Daima karşısındakileri aldatan bir insan, herkesin sözlerini şüphe ile karşılar ve her işin altında bir hile, bir oyun arar.

Nur Külliyatı’ndan bu mânayı ders veren ibretli bir parça:

"Evet insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendisinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlâkı, sû-i zan saikasıyla başkalara teşmil etmesin. …" Mesnevî-i Nuriye

Hüsn-ü zannın en önemli bir istimal yeri, insan iradesini aşan musibet ve felâketlerde kaderin bir hikmet ve rahmet yönü olduğunu düşünüp şikayet ve isyandan sakınmaktır. Allah Resulü (asm.) bu mânayı şu hadis-i şerifleriyle ders veriyor:

        “Allah’a hüsn-ü zan ibadettir.

Nur Müellifi, "Kaderin her şeyi güzeldir." buyurmuş ve maruz bırakıldığı bütün zulümlerde ve sıkıntılarda daima kaderin adaletini ve gizli güzelliklerini aramış ve bu hususta çok harika bir örnek sergilemiştir.

Hüsn-ü zan, güzel ahlâkın önemli bir şubesidir. Nefis ve şeytan bu güzel hasletin de düşmanıdırlar. Öyle ise biz de nefsimizi hüsn-ü zanna yönlendirmeye ve onu su-i zandan menetmeğe bütün gücümüzle çalışmak mecburiyetindeyiz.
Dinimizde bu iki tarif yer tutmaktadır   bakış açılarımızı bu tarif edilen kuralla geliştirmek bize ve bakış açımıza güzel değerler katacaktır.

Hüsn-ü zannın en önemli bir istimal yeri, insan iradesini aşan musibet ve felâketlerde kaderin bir hikmet ve rahmet yönü olduğunu düşünüp şikayet ve isyandan sakınmaktır. Allah Resulü (asm) bu mânâyı şu hadis-i şerifiyle ders veriyor:

        “Allah’a hüsn-ü zan ibadettir.

 “Allah-u tealanın RAHMETİN ,ŞEFKATİN,NİMETİN ,ŞİFANIN her türlü hayrın ,iyiligin güzelligin tek  sahibi olduğunu bilmek ve inanmak  ona olan HÜSN-Ü zannımızdır ..

  Su-i zandan uzak olan düşünce yapısıyla beslenen bir kalp ve akıl hep güzelliklere hayra doğru yol    alacaktır.

 “Bizler için şimdi herşeyin iyi tarafına ve güzel cihetine ve ferah verecek vechine bakmak lâzımdır ki  mânâsız, lüzumsuz, zararlı, sıkıntılı, çirkin, geçici haller nazar-ı dikkatimizi celbedip kalbimizi meşgul  etmesin.” (Şualar)
 hüsn güzellik demektir güzel demektir öyleyse bu kalp cevherini güzelliklerle doldurmalıyızki 
 bizim ruh dünyamıza fayda veren bir nurani yol olsun.BEDİÜZZAMAN HZ güzel gören güzel düşünür,        güzel düşünen hayatından lezzet alır demiş.
Bakışlarımız ,düşüncelerimiz güzelliklerle dolsun ..Amin..ALLAHU TEALAYA emanetsiniz...

Öne Çıkan Yayın

Esmaul husnadan anladiklarimiz

Esmaul husnadan anladiklarimiz ne kadardır bi soralim kendimize oysa rabbimizi tanimanin o nun fiil ve uzerimizdeki tasarrufunu bilmenin...